Babaeski Atatürk İlköğretim Okulu'nda "Kültürel Soykırım" Semineri

Hürriyet Gazetesi Çocuk Editörü, Şiir, Roman ve Köşe Yazarı Ömür Kurt Kırklareli'nin Babaeski Atatürk İlköğretim Okulu Çok Amaçlı Salonu'nda öğrencilere yönelik 'Kültürel Soykırım' adlı bir seminer verdi.


HABER MERKEZİ
Ömür Kurt verdiği seminerden önce bir konuşma yaptı. Kurt yaptığı konuşmasında;  “Öncelikle hepinize saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bu gün beni buraya davet ettiğiniz için başta okul müdürümüz Mehmet Korkmaz, Şükran hocamı ve tabii benim buraya gelmemde büyük çabaları olan sevgili Beyza Selen Çavuş olmak üzere değerli öğretmenlerime ve sizlere tek tek teşekkür ediyorum. Beni dikkatli dinler ve izlerseniz umuyorum çok şey öğreneceksiniz” dedi. Ömür Kurt konuşmasına daha sonra şöyle devam etti: “ Eğer bir ülkeyi bitirmek istiyorsanız önce o ülkenin dilini bitireceksiniz. Tarihte diliyle yaşamayan devletler yok olmuşlardır. Bilindiği gibi Türkiye’de yabancı dil değince akla ilk önce İngilizce gelir. Hepimiz dünyada en çok konuşulan dilin İngilizce olduğunu düşünürüz ve hepimiz İngilizce öğrenmek için yanıp tutuşuruz. Eğer kolejle gitme şansınız yoksa, aileler dünyanın parasını dökerek “Aman çocuğum okusun” der ve onu bir İngilizce kursuna gönderir. Kurslar birer para tuzağıdır. Çocukların büyük bir kısmı oralarda bir şey öğrenemez ama ellerinde birer tane kurs belgesi vardır ve buda işe girmek için yeterlidir. Ancak işin ilginç tarafı şu ki birçok iş yeri işe alacağı kişi için “İngilizce bilme zorunluluğu” ister, o kişi işe girer, aylar yıllar geçer, tek kelime İngilizce konuşmaz, yazışmaz. Bunu çokça örneklerini görüyoruz ve görmeye de devam ediyoruz.  Ben çocukken, sizlerden daha küçükken sürekli He-man izlerdim, o zaman şimdiki gibi üç boyutlu bilgisayar oyunları yoktu. Atariler vardı. Ataride oyunlar oynardım, okulda da yabancı dil olarak İngilizce görüyorduk. Çizgi filmlerin adı aynen çevriliyor, He-Man yazıyor, spider man yazıyor batman yazıyordu. Akşam evde Amerikan filmleri seyredilirdi. Rambo tek başına çıkar Amerika’yı, dolayısıyla dünyayı kurtarıverirdi. Evet yabancı dil öğrenmeliyiz, ama yabancı dilden kasıt sadece İngilizce olmamalıdır. İngilizce sömürgeciliğin dilidir. Zaten Amerikalılar diyor ki” Yahu sen ne istiyorsan konuş kendi ülkende. Türkçe mi konuşursun, İtalyanca mı konuşursu, ne konuşursan konuş, ama benim dilimi bil. Onu her yerde konuş” Olay budur. Ayrıca değinilmesi gereken en önemli konulardan biri de iktisattır, ekonomidir bu noktada. Bakın,siz eğer “milli” bir hükümet değilseniz, yani kendi çıkarlarınızı, kendi halkınızın çıkarlarını korumazsanız ve kendinizi sürekli yabancı yatırımcılara açarsanız,limanlarınızı, bankalarınızı, fabrikalarınızı satarsanız sömürgeciliğin de içeri çok rahat bir şekilde girmesini sağlarsınız. Ayrıca İngiliz/Amerikan sömürgeciliğinden kurtulmanın iki yolu vardır. Milli bir ekonomi ve milli bir  eğitim politikası. Nedir milli? Yani o ulusa özgün, o ulusa yönelik, eşit şartlarda ve eşit koşullarda bir eğitim ve o halka yönelik, her şeyiyle sana ait bir ekonomi. İşte bu noktada Mustafa Kemal Atatürk’ün adını anmak şart. Çünkü milli ekonomi ile Atatürk ilkeleri içinde “ Devletçili” vardır ve Atatürk arkadaşlarının 1924 ve 1926 yıllarında çıkardığı kanunlarla Tevhid-i Tedrisat yani eğitim-öğretim birliğinin sağlanması, dolayısıyla herkesin eşit şartlarda eğitim alması üzerine bir politika izlenmiştir. Ölümünden sonra da bu düzen darmadağın olmuştur. Ülkede parasız eğitim diye bir şey yok. Osmanlı devleti zamanında kolejlere ilgi çok büyüktü. Yabancı dilde eğitim veren İtalyan, İngiliz, Amerikan kolejleri o kadar çoktu ki Atatürk bir anda uçurumu yok edip Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile birlikte kolejleri ortadan kaldırdı. Hatta bir ara hala kolej lafı edenler için Yenişehir kolejini kurdurmuş; ama onun ölümünden sonra yeniden kolejler her yeri sarmış. Şu anda her yerde yabancı dilde eğitim veren, Amerikan,                   İngiliz, Fransız, İtalyan vs. kolejleri var. Ben bu okullara giden çocukların geleceğinden korkuyorum. Çünkü artık  aldığı eğitimin devamı olarak o kültürün insanı olarak çıkıyor birçoğu. Ve şimdi de biraz televizyondan basından akan zehirden söz edelim istiyorum. Akşam eve gittiğinizde karşınıza ya bir yarışma programı ya bir dizi çıkar. Hepsi de birbirinin tekrarıdır. İşte böyle esniyor, açılıyor, yavaş yavaş kendi değerlerimizden ve bilgiden uzaklaşıyoruz. Çünkü birilerinin işlerinin yürümesi için halkın uyutulması şarttır. Çünkü halk uyurken işler daha kolaydır. Rahat rahat savaş çıkartılır, çünkü o savaşın, vahşetin yaşandığı anlarda biz dizimizi seyrediyoruzdur. Her akşam bir program… Bir ara var mısın yok musun vardı, hepimiz hatırlarız. Bizim kültürümüzde de ve bütün Orta Asya’da kumar kötüdür, yanlıştır, asla oynanmamalıdır; ama bu tür programlarla kumar kültürü içimize sokulur. Paraya çok ihtiyacın vardır, hiçbir bilgiye ihtiyacın olmadan gidersin, kutu açarsın, parayı kaparsın bu esnada o yarışma saatler sürer, ekran başında “Kim kazanacak ?” diye gece yarılarına kadar yarışmanın bitmesini bekler televizyon kanalı reklamlarla zaten o parayı cebine indirmiştir. Bu arada çalışma, kumar oyna fikri iyice topluma yerleştirilir. Yemekteyiz.  Bizde ve bütün Orta Asya’da yemek kutsaldır. Yemeğe “Besmele” ile başlanır, beğenmesen bile “Beğenmedim” denmez, misafire de saygı büyüktür. Bir kuru soğan büyük saygı içinde yer Anadolu hala. Ama bu programlarla yemeğe küfredildi, misafir evden kovuldu. İşte bunlar o kültürü yok etmek için yapılıyor. Şimdi Şanslı Masa. İnsanlar para için annesini babasını aptal yerine koyuyor, onunla alay ediyor, onuruyla oynuyor. Aynı şekilde, küçücük 9-10 yaşında çocukları bile para için ekrana çıkardıkları “Yetenek sizsiniz”, “Bir şarkısın sen” tarzı programlar, Amerikalı yıldızlar gibi olmaya çalışan, İngilizce şarkılar söyleyenler, sanki ülkede her şey şen şakrakmış gibi, akşam onlar kahkaha atarken, şehit haberleri alt yazıyla geçiyor sadece! “Son dakika” diyor haber bülteni, yanda bir bant yanıp sönüyor. Zaten bu programların hepsi yurt dışı kaynaklıdır. Amerika’da, Kanada’da üretilir. Özellikle bizim gibi ülkelere pazarlanır. Amaç kültür tahribatı yaratmaktır.  Ayrıca şimdi Alış-veriş ve tüketim kültürü tavan yapmıştır. Herkes Alış-veriş merkezlerindedir. Kimse kırlara gitmesin, doğaya çıkmasın, piknik yapmasın, herkes tüketsin. Reklamlar, markalar; “Pazar malı giyenden adam olmaz”, “Ayakkabın ne marka?” diyerek  “Üretme Sadece Tüket Politikası”nı ön plana çıkarılmıştır. Herkes kültürüne sahip çıkmalı. Sanattan spora, ticaretten kişiliğe kadar her şeyimizi tüketiyoruz. Ülkemizi korumuyoruz. Eğer biz önce kendimizi değiştirmezsek hiçbir şey başaramayız. Eğer bu ülkede, kendi ülkeni, kendi insanlarını savunursan ve halka tepeden bakmazsan varsın. Çünkü bizim halkımız, bir bakıştan anlar “bu bana tepeden bakıyor, soframa oturmuyor” der.  Mesela bir yerlere gelmiş insanlar, eline para geçince hemen Amerika’ya gidiyor tatile. Çocuğunu orada doğuruyor. Rize’ye giden ünlü gördünüz mü? Hiç ya da tatilini Mardin’de geçiren biri var mı? Acaba kültürel sömürünün içinde ne var?. Bir de buna bakmak gerek. İşin kökenine inildiğinde ise başta yabancı dilde eğitim olduğu görülüyor. Tabii, bu kültürel soykırım düzeneği sadece okullardaki yabancı dilde eğitimle bitmiyor, işin içine çeşitli örgütler, dernekler de giriyor. Ve zaten en büyük güç olarak ta basın-yayın bu görevi görüyor.  İşte baştan beri bizlere verilmek istenen de “sus ve itaat et” Bilgisayar oyunlarını oynarken onları bir oyundan çok bizlere ne verdiğine bakmalıyız. Sadece “sus ve itaat et “ ya da üretme tüket” tarzında ki oyunlar işte bir numaralı kültür soykırımının başlangıcıdır.”