"Bu gidişe son vereceğiz"

Göksel Okumuş Yeşilyurt Gazetesi'ndeydi…



* Okumuş; “Siyasi olarak ayrıştığı ve ülkeyi yönetenlerin nefret ve ayrıştırma dili üzerinden siyaset yaptığını üzülerek görüyoruz. Tüm bu olumsuzluklar karşısında ya susacağız veya demokratik tepkimizi hep birlikte kullanarak bu gidişe son vereceğiz. Susarsak, korkarsak, sinersek; haklarımızla birlikte insanca, barış içinde ve özgür bir yaşam hayal olacak. Gün bende varım deme günü, varlık veya yokluk günü, namus günü yani” dedi. HABER MERKEZİ MHP Kırklareli Milletvekili Aday Adayı Av Göksel Okumuş Yeşilyurt Gazetesi’ni ziyaret etti. Okumuş, Zortul Medya Grup A.Ş. Genel Yayın Yönetmeni Şenol Goncagül ve Yeşilyurt Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Savaş Eskici ile görüş alışverişinde bulundu.  * “Bilgi ve birikimimi halkım için kullanacağım” Göksel Okumuş, gazetemize şu açıklamalarda bulundu: “1967 yılında Lüleburgaz’da dünyaya geldim. İlköğrenimimi Lüleburgaz Atatürk İlköğretim Okulu, Orta Okulu Lüleburgaz Merkez Ortaokulu, Liseyi Lüleburgaz Lisesinde okudum.   Babam Lüleburgaz Belediyesinde uzun yıllar Zabıta Müdürlüğü yapan Hasan Okumuştur. Annem ev hanımıdır. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini 1990 yılında bitirdim. 1 yıl Avukatlık Stajı, ardından Küçükyalı Levazım Maliye Okulu’nda 8 ay kısa dönem askerlikten sonra, 1992 yılından beri Kırklareli Barosu’na kayıtlı olarak; Lüleburgaz İlçesi’nde Serbest Avukatlık yapmaktayım. 2006 yılında, 2008 yılında ve 2011 yılında 3 kez Kırklareli Barosu seçilerek Baro Başkanlığı yaptım. İstanbul üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisi bir kız evladım var. Kız kardeşim eşi ile birlikte Lüleburgaz’da Öğretmenlik yapmaktadır. Küçük kardeşim Yücel Okumuş Ticaretle meşgul olup; Dumlupınar Üniversitesi Kamu Yönetimi mezunu olup, halen Lüleburgaz Milliyetçi Hareket Partisi İlçe Başkanlığı’nda Yönetim Kurulu Üyesi’dir. Ceza Hukuku Alanı’nda çalışmaktayım. Ülkemizin özellikle 2011 yılından sonra, giderek Hukuk Devletinden hızla uzaklaştığını, kanun devletine daha doğru bir söyleyişle, keyfi ve totaliter bir yönetime doğru kaydığını, sizler gibi bende üzülerek izlemekteyim. Hayatım boyunca hakkın, hukukun ve adaletin mücadelesini verdim. Hukuk sisteminin adalet dağıtmaktanziyade, keyfi idarenin iktidarını kullanma ve pekiştirme aracı haline geldiği ve yargının giderek Yürütme erkinin güdümüne girdiği, hak arama yollarının etkin ve etkili kullanılamadığı, demokratik toplumun olmazsa olmazı olan ifade özgürlüğü, protesto hakkı, basın özgürlüğü, özel hayatın gizliliği, Adil yargılanma gibi pek çok anayasal özgürlüğünün fiilen kullanılamaz hale geldiği bir dönemden geçiyoruz. Bir zamanlar, Ortadoğu ülkelerine örnek gösterilen Türkiye’nin giderek Ortadoğu’nun totaliter rejimlerine benzemeye başladığı, Cumhuriyetin ve hatta Tanzimat’tan beri süre gelen 200 yıllık parlamenter rejimin tüm kazanımlarının hiçe sayıldığı, Hakimlerin Savcıların fiilen görev yapamaz hale getirildiği, eğitim sisteminin giderek milli ve ilmi olma özelliğini kaybederek düşünemeyen, kritik yapamayan dogmatik bir insan modeli yaratmaya doğru evirildiğini, Yürütmenin pek çok eylem ve işleminin hem parlamento ve hem de yargı denetiminden kaçırıldığı ve denetlenemeyen ve kendini Hukukun üstünde gören bir anlayışın ve hatta tek adam anlayışının devlet yönetimine hakim olduğu bir dönemin sancılarını yaşıyoruz. Ülkemizin güneydoğusunda, fiili bir devletin temellerinin atıldığını, sınırlarımızın değişmesi ve kardeşkanı akmasına zemin hazırlayan bu yakın tehlike karşısında, Hükümetin makul, hukuki ve siyasi bir çözüm geliştiremediği bir süreç devam ediyor. Sınırlarımız neredeyse kontrolsüz, güvenlik güçlerimiz tarumar edilmiş ve görev yapamaz hale gelmiştir. Yolsuzluk, rüşvet ve talanın bu kadar rahatça yapılıp, yargının güçlüye dokunamadığı ve dolayısı ile Adalete güvenin hızla eridiğini hem vatandaş ve hem de bir hukukçu olarak gözlemliyorum. Birilerinin tarifsiz zenginleştiği, birilerinin tarifsiz fakirleştiği, toplumun 1/3’nün sosyal yardımlarla hayatını sürdürebildiği, iş güvenliğinin olmadığı, işsizliğin anormal arttığı, sendikal hakların fiilen kullanılamadığı, en küçük muhalefetin bile sindirilmeye çalışıldığı, toplumun giderek etnik, mezhepsel, siyasi olarak ayrıştığı ve ülkeyi yönetenlerin nefret ve ayrıştırma dili üzerinden siyaset yaptığını üzülerek görüyoruz. Tüm bu olumsuzluklar karşısında ya susacağız veya demokratik tepkimizi hep birlikte kullanarak bu gidişe son vereceğiz. Susarsak, korkarsak, sinersek; haklarımızla birlikte insanca, barış içinde ve özgür bir yaşam hayal olacak. Gün bende varım deme günü, varlık veya yokluk günü, namus günü yani. Ben varım diyorum, bu zulüm düzenine yeter diyorum, evladımın yüzüne utanmadan bakabilmek için haykırıyorum. Ben varım, biz varız. Ya siz???”