Çabuk mu tüketiyoruz?

 

Çabuk mu tüketiyoruz dersiniz… Evet, sanırım çabuk tüketiyoruz… Duygularımızı, heyecanlarımızı, özlemlerimizi ve neredeyse sahip olduğumuz, olmaya çalıştığımız ve sahip olamadıklarımızı… Ne bir “ilk” in heyecanı kalan damağımızda, ne de bir “son”un hüznü kalplerde. Bu kadar kolay mıydı alışmak “alışmaya”? Kabuğunu kıramadığımız öfkeler çürütse de içimizdeki şefkat tomurcuklarını, huzursuzluğa inat bozduk huzurumuzu… Biz, fikir kuşağının irili ufaklı açmaya çabalayan fidanları. Kimimiz hassas, kimimiz çetin, kimimiz ise umursamaz…
Çabuk tükettik, duyguları… O duyguyu ölesiye yaşadık. O duygu için öldük, ama o duygu için yaşama cesaretini gösterebilenlerimiz tattı asıl güzelliği. Sabırsızdık, bu yüzden yaşamamız gerektiklerin sırasını bırakamayınca zamana, tükendi duygular.
Çabuk tükettik, heyecanları… Heyecanını duyduklarımız avucumuzun içine sessizce bırakılınca, tükettik. Duyduğumuz heyecanların yerini, sabırsızca erişmeye çalıştığımız nesneler ve olgular aldı. Hırs yaptık, gözümüze karanlıkları çekerek erişmeye çalıştıklarımız için yaktık yıktık…
Özlemlerimiz… Onlar da çabuk tükendi, tüm sahip olduklarımız, sahip olamadıklarımız ve sahip olmaya çalıştıklarımız gibi…
Kendimizi biraz sorgulayabilseydik, belki de içimizdeki güzellikleri uyandırabilirdik. Yok yok, bu kadar da haksızlık yapmamalı; o güzelliklerin ta kendisi olanlarımız da hala var. Yürekleri sevgiyle, güzelliklerle atıp etrafına güzellik saçan.
“Biz” olgusu her ne kadar herkesçe farklı bir anlama karşılık geliyor olsa da, “Biz “, zamanın her hangi bir dilimine sıkışmış minik yürekleriz. Bir “ilk” değilsek de hepimiz “benzersiz”iz. Değerliyiz ancak var olan değerimizi biz yükseltip, biz alçaltıyoruz. Peki buna hakkımız var mı?...