Dedeoğlu; "Atatürk, dildeki bağımsızlığı siyasi bağımsızlığın bir parçası sayıyordu"

Dedeoğlu; 'Atatürk, dildeki bağımsızlığı siyasi bağımsızlığın bir parçası sayıyordu'

Atatürk’çü Düşünce Derneği Genel Yönetim Kurulu Üyesi Hakan Dedeoğlu, ADD Merkez Yürütme Kurulu adına bir basın bülteni yayımlayarak, ‘Dil Bayramı’na yönelik açıklamalarda bulundu.

Cümlelerinde ilk olarak dil devrimiyle ilgili süreci anlatan Dedeoğlu, Atatürk’ün bunu gerçekleştirirken yapmış olduğu çalışmaları da anlattı. Dedeoğlu şunları kaydetti:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslaşma sürecini tamamlayan Atatürk devrimlerinin en önemlileri, Cumhuriyet’in kuruluşundan 4 yıl sonra yapılan harf devrimi ve Cumhuriyet’in kuruluşundan 9 yıl sonra yapılan Dil Devrimi’dir.

Dil Devrimi, 1928’de gerçekleştirilen Harf Devrimi ile birlikte, Türkçenin 20. yüzyılda geçirdiği büyük yapısal değişikliğin iki temel taşından biridir. Dil Devrimi, Türk dilinin yabancı dillerden alınmış sözcük ve kurallardan arındırılıp, Türkiye Cumhuriyeti’nin ortak milli dili olarak yazı ve konuşma dili haline getirilmesini amaçlayan devrimdir. Dil Devrimi, Türkçe ile düşünmeyi, Türkçenin bütün bilim, sanat ve teknik kavramları karşılayacak yolda gelişmesini sağlamıştır. Dil, milli yapıyı oluşturan, sağlamlaştıran en önemli ortak bağdır. Dil ve tarih, Mu

 Önce 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kuruldu. Atatürk, Türk Dilini kendi milli benliğine kavuşturmaya ve kendi benliği içinde zenginleştirerek büyük bir kültür dili haline getirmeye çalışmıştır. Atatürk, dildeki bağımsızlığı siyasi bağımsızlığın bir parçası sayıyordu. Bu bakımdan kültürün temeli olan dilde de millileşmek bir zorunluluktu.”

Atatürk’ün; “Milli his ve dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesinin yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” cümlesini de açıklamasına ekleyen Dedeoğlu dil devriminin gelişme sürecini de şu cümlelerle          anlattı:

“Ulu Önder Atatürk, 11 Temmuz 1932 gecesi sofrasında bulunanlara; ‘Dil işlerini düşünmek zamanı gelmiştir. Ne dersiniz?’ diye sorar. Oradakilerin bu düşünceye katılması üzerine; ‘Öyle ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun.’  diyerek, Türk Dil Kurumunun temellerini atar. Ertesi gün Samih Rifat, Ruşen Eşref, Celal Sahir ve Yakup Kadri beyler Içişleri Bakanlığı’na başvururlar. 12 Temmuz 1932 de, adı sonradan Türk Dil Kurumu’na çevrilecek olan Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulur. Böylece 1929 yılında başlatılan Dil Encümeni çalışmaları, 1932 yılında Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli kültür kurumlarından biri olan Türk Dilini Tetkik Cemiyeti’nin kurulması ile sistematik bir faaliyete dönüşmüştü. Bu cemiyetin temel amacı, Türk dilinin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılarak özüne dönmesini sağlamak, halkın konuşma dili ile yöneticilerin, bilim ve sanat adamlarının yazı dili arasındaki ayrımı ortadan kaldırmaktı. Bunun için öncelikle Arapça, Farsça ve diğer yabancı dillerden girmiş olan kelimelerin, kuralların ve yapıların kullanımdan kaldırılarak yerine, Türkçelerinin konması sağlanacaktı. Cemiyetin bir diğer görevi de dildeki sözcükleri araştırmak ve yabancı dillerdeki sözcüklerin yerine Türkçelerini bulmaktı. Her ilde valilerin başkanlığında sözcük tarama faaliyetleri başlatıldı. Bilim adamları da bu sırada 150 eski eseri araştırmış ve o güne değin Türkçe’de hiç kullanılmayan sözcükleri toplamıştı. 1934 yılına kadar tespit edilen 90 bin sözcük, tarama sözlüğünde toplanarak yayınlandı.

Atatürk, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurduğu 1932 yılında TBMM’yi açış konuşmasında; “Milli kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türk Cumhuriyeti’nin temel dileği olarak temin edeceğiz. Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet teşkilatımızın, dikkatli, alakalı olmasını isteriz” sözü ile, dil devrimine dikkat çekmiş, dilin geliştirilmesi ve sadeleştirilmesinde, devletin yasama ve yürütme organına da düşen görevler olduğuna işaret etmiştir. Atatürk 1932 yılında başlattığı dil devrimi çalışmalarına, milli kültür politikasının gerekli kıldığı bir anlayışla eğilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet felsefesinin temelinde, Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesine çıkartılması amacı yer aldığına göre, dilimizin de uzun vadede sanat, bilim ve teknolojik alanlarda böyle bir uygarlık düzeyinin gerekli kıldığı bütün kelime, kavram ve terimleri karşılayabilecek bir kültür dili durumuna getirilmesi gerekiyordu. Atatürk’ün çabaları ile, Türkçe’nin bütün sorunları bir bütün olarak düşünülmüş, sistemli bir şekilde başarılı çözümlere ulaştırılmaya çalışılmıştır. Her insan düşüncesini dil aracılığıyla aktarır, bu açıdan bakınca Dil Devrimi aynı zamanda düşüncenin de yenileşmesidir. Dil Devrimi’nin gerçekleşmesini sağlayan etkenler, aynı zamanda onun amaçlarını ortaya koymaktadır. Bu amaçların olumlu sonuçlar vermesi, her şeyden önce devrim hareketinin geniş kitleler tarafından benimsenmesi ve ortaya çıkan ürünlerin toplumun malı olmasına bağlıdır.  Türk Dil Devrimi’nin hazırlık evresi olarak nitelendirebileceğimiz ve Tanzimat Fermanı ile başlayan dönemdeki Türk dilini, arındırmak ve özüne dönüştürmek çabaları toplumu kapsayamamıştı. Ancak Cumhuriyet’ten sonra,  Atatürk’ün öncülüğünde Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kuruluşuyla dilde yapılan yenilikler, ulus çapında bir eylem olarak topluma mal olmaya başlamıştır. Cemiyetin kuruluşuyla birlikte başlayan çalışmalar sürerken, Türk Dil Kurultayı’nın hazırlıkları da başlamıştır. Bu coşku ve heyecan içerisinde Istanbul Dolmabahçe Sarayında toplanan ve  Mustafa Kemal Atatürk’ün baştan sona izlediği Birinci Türk Dil Kurultayının açılış günü olan 26 Eylül (1932),  Dil Bayramı olarak kutlanmaktadır. 1932 - 1938 yıllarındaki köklü değişim döneminden sonra değişen hız ve yoğunluk düzeylerinde 1970’lere kadar sürmüştür. Türk Dil Kurumu’nun kapatıldığı 1982 yılı, diğer devrimler gibi Dil devriminin de sonlandırılma gayretlerinin zirve yaptığı tarih olarak kabul edilebilir.”

Dedeoğlu; dil devriminin ardından Atatürk’ün geometri kitabını da nasıl yazdığını şu açıklamayla anlattı:

Bir müsellesin mesaha-i sathiyesi, kaidesinin irtifaına hâsıl-ı zarbinin nıfsına müsavidir.

“Atatürk'ün geometri kitabı Osmanlı döneminde okullarda okutulan geometri kitaplarındaki terimler anlaşılmaz bir durumdaydı. Örneğin, üçgenin alanını tanımlamak için ‘üçgenin alanı taban uzunluğu ile yüksekliğinin çarpımının yarısına eşittir’ yerine, ‘bir müsellesin mesaha-i sathiyesi, kaidesinin irtifaına hâsıl-ı zarbinin nıfsına müsavidir’ deniliyordu. 1936 yılının kışında Atatürk bu konu üzerinde çalışır ve 44 sayfalık, içinde geometri terimlerinin Türkçeleştiği kitap ortaya çıkar. Kitabın yazarının Atatürk olduğu kitapta belirtilmez. Atatürk bizzat yazdığı bu geometri kitabında, Osmanlıca eğitimde kullanılan  40‘tan fazla kelimenin yerine Türkçelerini buldu. Bu terimler boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesek, kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters açı, taban, eğik, kırık, çekül, yatay, düşey, dikey, yöndeş, konum, üçgen, dörtgen, beşgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, artı, eksi, çarpı, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, varsayım kelimelerinden oluşmaktadır. Uluslaşma sürecinin bu önemli gününü kutluyoruz.”