Sibel Günay, "Makale Yarışması"nda Türkiye 2'ncisi oldu

Demokrasi Eğitimi ve okul Meclisleri Projesi" kapsamında yapılan "Öğrenci Gözüyle Demokratik Anayasa Nasıl Olmalıdır?" konulu 'Makale Yazma Yarışması'nda Kırklareli Fen Lisesi Öğrencisi Sibel Günay Türkiye 2.si oldu.

HABER MERKEZİ 26-27 Nisan 2012 tarihlerinde Ankara'da yapılan programa Kırklareli Fen Lisesi Beden Eğitimi Öğretmeni Meral Asiye Fidalı ile birlikte katılan ve Türkiye 2.olan Sibel Günay Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek tarafından kol saati, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Emin Zararsız tarafından Dizüstü Bilgisayar ile ödüllendirildi. Fen Lisesi Müdürü Selahattin Karanfiler; “Yeni anayasa çalışmalarının yapıldığı bu ortamda öğrencimiz çok anlamlı bir derece kazanmıştır. Anayasa’ya her kesimin ve herkesin katkısı olmalı. Öğrencimizi ve öğretmenlerimizi tebrik eder başarılar dilerim” dedi.  Kırklareli Fen Lisesi Öğrencisi Sibel Günay’ın Türkiye 2’nciliği kazanan “MİLLETİMİZİN MİLADI” isimli makalesi şu şekilde:                                          “12 Eylül 2010… Türkiye için bir milat. Adını tarihe altın harflerle yazdıran bu fedakar ve eşsiz millet için yeni bir dönemin başlangıcı bu tarih. Ülkemizdeki ileri demokrasi hareketlerinin başlangıcı, çocuklarımıza barış dolu ve daha demokratik bir vatan bırakma idealinin ilk adımı. 12 Eylül 2010, Bizim miladımız… Türkiye ilk defa kendi anayasasını yapacak. Kendi sivil anayasasını… İşte Türkiye’nin bu yeni sivil anayasası toplumun nasıl bir sistem istediğine dair iradeyi ortaya koymalıdır. Peki anayasa tam olarak nedir? Vatandaşların hangi hak ve beklentilerine cevap vermelidir? Anayasa, devletin temel yapısını, örgütlenişini, işleyiş kurallarını gösteren ve kişilerin haklarını güvence altına alan üstün hukuk kurallarından oluşur. Çağdaş demokratik ülkelerde, anayasalar iktidarın sınırlanması, özgürlük, eşitlik ve adalet uğruna verilen uzun mücadelelerle kazanılmış hakların, temel değerlerin ve ortak ideallerin somutlaştığı belgelerdir. Fikrimce bugün topraklarımızda yaşanan tüm sorunların temelinde Türkiye’nin yapısına ve etnik kimliğine uygun bir anayasa bulamamış olması vardır. Bu sorunun çözümü için de en etkili yol 12 Eylül 2010 tarihinde keşfedilmiştir: Halkla birlikte oluşturulacak sivil bir anayasa… Bu anayasanın taşıması gereken nitelikler üzerinde özellikle durmakta ve bu nitelikleri herkesin açıkça anlayabileceği biçimde ifade etmekte yarar var. Birey ve toplumun hürriyeti, adalet ve barış içinde bir arada yaşamasını sağlamak amacıyla herkesin insan haysiyetinden kaynaklanan evrensel hak ve hürriyetlerini güvence altına alan, farklılıkları kültürel zenginliğin kaynağı olarak görüp her türlü ayrımcılığı reddeden, vatan ve milletin bütünlüğünü esas alarak, demokratik ve laik cumhuriyetin kurum ve kurallarını insan hakkı ve hukukunun üstünlüğü temelinde düzenleyen bir  anayasa olmakla birlikte, cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık hedefi ve ebedi barış idealine olan bağlılığının ifadesi olarak Türk milletinin egemen ve hür iradesiyle oluşturulmalı ve kabul edilmelidir. Peki, oluşturulacak yeni sivil anayasanın halkla oluşturulması neden bu denli önemli bizim için? Çünkü anayasa hakkı halka aittir, çünkü vatandaşların isteklerinin tamamı anayasal yapı ve sistemle ilgilidir. Şu an halkın isteklerinin toparlandığı ve bunların talebe dönüştürüldüğü bir sürecin içerisindeyiz.Bu süreç, halkla başlayacak ve halkla bitecek. Bizler, aslında şu an toplumsal anlaşmamızı hazırlıyoruz. İnsanların din, dil, ırk, mezhep, sosyal sınıf, bölge, cinsiyet farklılıklarına açık ve bunların tüm dinamiklerini tanıyan bir anlaşma gerekli. Toplumsal huzurumuzu ve barışı yeniden üretebilmek adına hayatın kurallarını yeniden yazarken bu sürece birey olarak katkı sağlayabilmeliyiz. Ancak bu şekilde birbirimizi tanıyabilir, anlayabilir ve bir arada yaşamaya devam edebiliriz. On beş yaşında bir ortaöğretim öğrencisi olarak, bundan daha mühimi vatanını seven, ona faydalı olabilmek için çalışan, bayrağının, toprağının, dilinin, dininin, insanının uğrunda her zorluğa seve seve göğüs germeye hazır bir birey olarak bu sürece katkı sağlamak adına çaba göstermeyi kendime borç bildim. Bu amaç ile konu ile alakalı birtakım tespitlerde bulunup, öneriler geliştirdim.Öncelikle anayasa; yasaklar kanunu olmaktan çıkartılmalı, maksimum özgürlük sunmalı, vatandaşlar arasında ayrım yapmamalıdır.Tüm kuralları kendi belirlemek yerine ihtiyaca göre kanunla düzenlenebilecek yapıya kavuşturulmalıdır. Anayasada Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, sosyal ve demokratik bir hukuk devleti olduğu ifadesi güçlendirilmelidir.            Oluşturulacak yeni sivil anayasa bazı vatandaşlarımızın görüşlerinin aksine  kesinlikle Atatürk ilkelerinden soyutlanmamalıdır. Çünkü, Atatürk ilkeleri demokrasi anlayışının  tüm unsurlarını içinde barındırmaktadır. Üstelik unutulmamalıdır ki bu topraklara demokrasi anlayışı Atatürk ile gelmiştir. Bugün anayasanın, yıllar önce hazırlandığı ve sivilleşmenin önünde bir engel olduğu mazeretiyle Atatürk ilkelerinden soyutlanması demek, bu topraklara Atatürk ile gelen demokrasi anlayışının önce anayasadan sonra ise zihinlerimizden uzaklaştırılmasına çalışılması demektir. İçinde bulunduğumuz dönemde amaçlanan ileri demokrasi iken bu zihniyet demokrasinin tamamen aleyhinde olmakla birlikte bölünmeye ve bu ülkeyi bölmek isteyenlere hizmet etmektedir. Ancak biz gençlerin ülkemizin ve devletimizin bu oyuna gelmeyeceğine dair inancı tamdır. Sivil Türkiye’nin yolunun açılması için ileri demokrasi yolunda yargı bağımsızlığı ilkesi üzerinde durulmalı, bu bağlamdaki ifadeler güçlendirilmeli ve askeri yargı sistemi kaldırılmalıdır. Dünya üzerindeki tüm demokratik ülkelerde tek bir anayasal yargı sistemi vardır: sivil yargı sistemi… Ülkemizdeki sivil yargı ve askeri yargıdan oluşan sistem de tıpkı diğer demokratik ülkelerde olduğu gibi yerini sivil yargıdan oluşan tekli yargı sistemine bırakmalıdır. Askeri güçlerimiz temel vazifeleri olan ülkeyi iç ve dış tehlikelere karşı korumaya ve ülkenin fiziki gücü olmaya ağırlık vermeli ve askeri yargı sistemi kaldırılmalıdır. 1982 Anayasası’ndaki antidemokratik ve çağdışı uygulamalara zemin hazırlayan ifadeler ayıklanmalıdır. Terör sorunuyla mücadele ettiğimiz şu günlerde oluşturulacak yeni sivil anayasada yapılması elzemiyet teşkil eden en önemli uygulamalardan biri de anayasada milletin bölünmez bütünlüğü üzerinde durulması ve bu bütünlüğe herhangi bir amaçla kastedenlere karşı uygulanacak olan yaptırımların caydırıcılığının arttırılmasıdır. Yine oluşturulacak sivil anayasada demokrasinin temel ilkeleri olan milli egemenlik, özgürlük ve eşitlik ve siyasi partiler hususlarına dikkat çekilmeli ve ilgili ifadeler desteklenmelidir. Laiklik, din ve vicdan hürriyeti ve düşünce özgürlüğü açısından iyileştirmeler yapılmalıdır. Çünkü özellikle bu iki konuda yapılacak iyileştirmeler toplumsal bütünlüğün oluşturulmasında ve toplumsal sorunların çözümünde ülkemiz için bir anahtardır. Türk, Kürt, Laz, Çerkez ve daha nicelerimizin omuz omuza el ele yaşadığı güçlü ve barış dolu bir vatana açılan kapının anahtarıdır. Oluşturulacak yeni sivil anayasada en çok vurgulanması gereken husus bireyin temel hak ve özgürlükleri olmalıdır. Bireyin devlet için olduğu değil devletin birey için olduğu anayasada açıkça belirtilmelidir. Yargı sisteminin devleti bireye karşı korumak için değil bireyi devlete karşı korumak için var olduğuna vurgu yapılmalıdır. Halk için ancak birey temelli bir anayasal sistem ileri demokrasinin gerçek teminatı olabilir. Bundan dolayı yeni anayasada üzerinde özellikle durulması gereken konu bireyin temel hak ve özgürlükleri ve birey-devlet ilişkisi olmalıdır. Eşitlik ilkesinin altı çizilirken özellikle “haklardan eşit yararlanma ve fırsat eşitliği” yaklaşımını ortaya koyacak bir tedbir yükümlülüğüne özen gösterilmelidir. Misalen, kimsenin kılık kıyafetinden dolayı yükseköğreniminden mahrum bırakılamayacağı ifade edilmeli ve herkesin giyim ve kuşam özgürlüğü anayasada güvence altına alınmalıdır. Çalışanlar arasında da fırsat eşitliği yaratılmalıdır. Özellikle de kıdem tazminatı konusunda… Kıdem tazminatı, İş Kanunu’na göre elliden daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde uygulanıyor. Bu sayının altında kalan firmalarda bu hak verilmiyor. Türkiye’de işyerlerinin büyük bölümünün çalışan sayısının ellinin altında olduğu dikkate alındığında söz konusu uygulamanın çalışanlar arasında büyük bir eşitsizlik yarattığı ortada. Ayrıca bazı işyerlerinin kıdem tazminatı ödememek için on iki ay çalışan işçiyi yılın on bir ayı sigortalı gösterip yeni yılın ilk ayında tekrar sigortaladığı da bir gerçek. İşçiler arasındaki bu eşitsizliğin ortadan kalkması için yeni sivil anayasada uygulamalar yapılmalı. İşyerinin bünyesinde barındırdığı işçi sayısı yerine başka bir kriter esas alınarak kıdem tazminatı hakkı verilmeli. İşyerinin gelir düzeyi bu anlamda bir kriter olabilir. İşyerlerinin denetlenmesiyle ilgili uygulamaların da anayasada ifade edilmesi işçilerin haklarının korunmasına yardımcı olacaktır. Haklardan eşit yararlanma ve fırsat eşitliği yaklaşımı ortaya koyulurken eşitlik ilkesinin getireceği maddede pozitif ayrımcılık ilkesine de yer verilmelidir anayasada. 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan anayasa değişikliğinde engelli bireylere yönelik olarak getirilen pozitif ayrımcılık yaklaşımının daha da belirginleştirilmesi ve derinleştirilmesi gerekmektedir. Engelliler için çalışma hakkı, sosyal ve ekonomik yaşama katılımda en önemli araçlardan biridir.                                                                                                                     Ancak özellikle, mimari düzenlemeler ile, ayrımcı uygulamaların kaldırılması, engelli kişiye özel (dezavantajı ortadan kaldıran) diğer tedbirler, engelliler için temel bir anayasal ihtiyaçtır. Engelli vatandaşlarımızın karşılaştığı eğitimle ilgili olumsuzlukların giderilmesi için yeni anayasada eğitimin parasız olduğu ifadesinin yanında “kaliteli”, “kentsel ve kırsal (erişilebilir-ulaşılabilir)” ifadesinin de eklenmesinde büyük fayda bulunmaktadır. Diğer yandan “özel eğitim ihtiyacı olan bireylerin gereksinimlerine uygun nitelikte ve nicelikte” ve bireylerin kişisel özellikleri gözetilerek gereksinimlerine uygun eğitim alması ifadesine ve vurgusuna yer verilmelidir. Yine sivil anayasada yer alması gerektiğine inandığım bir görüş de YÖK’ün görev alanının daraltılması ve üniversitelerin rektörlerinin üniversite öğrencileri tarafından seçilmesi gerektiğidir. İnsan doğadan ayrı düşünülemez. İnsan merkezli bakış açısının küresel iklimi ve ekosistemi ne kadar olumsuz şekilde etkilediği ve bu olumsuz etkiden etkilenenlerin başında yine insanların olduğu bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan doğanın efendisi değil yalnızca onun bir parçasıdır. Doğada kendiliğinden bulunan dengenin insan eliyle bozulması, hem insanları hem de diğer canlı ve cansız varlıkları tehdit etmektedir. Yalnızca insanın refahı ve mutluluğu için gerçekleştirilen aşırı üretim ve tüketim, hammaddelerin sorumsuzca çıkartılması ve endüstriyel amaçlarla işlenmesi buna bağlı olarak artan enerji ihtiyacının karşılanması için fosil yakıtlara başvurulması ve diğer sorumsuz davranışlarımızla dünya üzerindeki yaşamın sonunu getiriyoruz. Bu gidişatı durdurmak için ülkemizin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi ve her alanda doğanın  temel haklarına saygı gösterilmesi için gereken temel düzenlemeyi yeni anayasasında barındırması gerekmektedir. Toplu sözleşme ve grev yapma haklarıyla ilgili olarak da yeni oluşturulacak sivil anayasada düzenlemeler yapılmalı, sendikalaşma desteklenmeli ve önü açılmalıdır ki demokrasi hareketleri ivme kazansın. Sivil toplum örgütleri de tıpkı sendikalar gibi desteklenmelidir ve bu destek anayasal bir ifadeye dönüştürülerek kalıcılığı sağlanmalıdır. Evet, Türkiye ilk defa kendi anayasasını yapıyor, kendi sivil anayasasını… Unutulmamalıdır ki sivilleşmek ve sosyalleşmek demokrasinin önünü açar. Demokratik anayasa sivil anayasadır. Bu topraklarda doğan, bu topraklarda doyan bir millet olarak hızlı bir ileri demokrasi süreci, daha özgür bir ülke, barış dolu bir vatan ve çocuklarımıza bırakacağımız aydınlık yarınlar bizi bekliyor. Türkiye’de yepyeni bir dönem başlıyor. Gelenekten geleceğe bir kapı aralanarak ülkemiz için yeni bir yol çiziliyor. Atatürk’ün ‘yurtta sulh cihanda sulh’ anlayışını gerçeğe dönüştürmek için, bu amaçla öncelikle yurdumuzda sulh ortamı oluşturmak için milletimiz kendi anayasasını kendi yazıyor. 12 Eylül 2010, yepyeni bir dönemin başlangıcı. 12 Eylül 2010, milletimizin miladı…” (s)