Maketini arılar yaptı
M.S. 532 yılındaki bu isyan
sırasında Ayasofya tamamen yandı.
Bizans İmparatoru Justinyanus kiliseyi yeniden yaptırmaya karar verdi.
Yapacak mimarı bir türlü bulamadı. O günlerde çok ilginç bir olay oldu. Bir
dini ayin sırasında elindeki kutsal ekmekçiği bir arı kapıp kaçtı. İmparator
arının saklandığı peteği bulup getirene ödüller vaat etti. Sonunda birisi
bulup getirdi. Hayretle gördüler ki, petek mabet maketi şeklindeydi. Mabedin
mihrap yerinde de kutsal ekmek duruyordu.
Beyazlı delikanlının getirdiği altın
Sonra yapım başladı. Sıra kubbeye geldiğinde para bitmişti ve durmak zorunda
kaldılar. İşte tam bu sırada, beyazlar giymiş bir delikanlı ortaya çıktı.
Beraberinde çuvallarla yüklü katırlar da getirmişti. Delikanlıyı, İmparator
Justinyanus'un huzuruna çıkardılar. İmparator çuvalların içindeki altını
görünce, şaşkınlığını gizleyemedi.
Justinyanus buna çok sevindi. Olayı yakınlarına anlattı. Fakat tılsım
bozuldu. Beyazlı delikanlı bir daha görünmedi...
Mimar kaçıyor
Duvarlar kubbe seviyesine gelince bu defa, mimarbaşı ortadan yok oldu.
Roma'ya kaçtığını öğrendiler. 7 yıl sonra mimar, Roma'daki işini de yarım
bırakıp tekrar İstanbul'a döndü. İmparator, mimarbaşını görünce çok kızdı.
Fakat mimarbaşı ona şöyle dedi:
"Bu koca yapının temelinin çok sağlam olması gerekir, eğer kalsaydım acele
ettirecektiniz ve yapının sağlamlığı tehlikeye düşecekti."
Ayasofya'nın yapımı, 40 yıl sürdü. Büyük kubbenin üzerine altın bir haç
takıldı. Bu haç o zamanlar öyle parlaktı ki, güneş vurunca, ışığı
Alemdağ'dan,hatta Istranca Dağlanrından dahi görülüyordu.
Yılanlar imparotariçenin cesedini yiyorlar
Justinyanus'un karısı İmparatoriçe Thedora,
güzelliğinden başka bir şey düşünmeyen çok günahkâr bir kadındı. Ölünce
yılanların kendisini yiyeceklerinden çok korkuyordu. Bu nedenle kurşun bir
lahit yaptırdı ve kilisenin büyük kapısı üzerine gömülmesini emretti.
Ancak efsaneye göre iki yılan, lahitte delikler açarak içeri girdiler ve
cesedi yediler. Şimdi Ayasofya'nın giriş kapısı üzerinde görülen delikler
yılanların açtığı delikler olarak kabul edilir.
Terler Direk
Ayasofya'nın kuzey batısında, dört köşeli beyaz mermerden oluşan bu direkte
yaz ve kış aylarında durmaksızın terleme özelliği dikkat çekiyor. Bu nedenle
yüz yıllar boyunca "Terler Direk" adı ile anılıyor. Günümüzde de insan boyu
hizasında bronz levhalarla kaplı, ortasında yüzlerce yıldan bu yana,
milyonlarca ziyaretçinin parmağını değdirmesi ile genişlemiş kocaman delik
büyük ilgi görüyor. Temelinde tılsım olduğuna hem Bizans'ın, hem Osmanlının
inandığı bu direğe "Uğurlu Direk", Ağlayan Direk", "Terleyen Direk",
"Hızır'ın parmağını soktuğu direk" gibi isimler yakıştırılmış.
Bir dönem Ayasofya Müze Müdürlüğü görevi yapmış olan Sayın Erdem Yücel'in
"Ayasofya'nın İslam İnanışları" adlı çalışmasında belirtildiği gibi, bu
ilginç konu bilim yönünden incelendiğinde, gözenekli bir taştan yapılan
sütun, zemindeki rutubeti kolaylıkla emmekte sonra da dışarıya kusmaktadır.
Bu sebeple, hem Hiristiyanlar'ca hem de Müslümanlar'ca bu mermer sütun
kutsal olarak tanınıyor. Ayrıca Ya Vedut Sultan'ın yürekler yakan "ahı"nın
ateşinden bu sütunun terlediği de anlatılıyor.
Evliya Çelebi'nin belirttiği göre Hz. Muhammed'in tükürüğü ile yapılan harç,
Mekke toprağı, zemzem suyu ile burada yapılmış, onun neminden ötürü de sütun
sürekli terlemeye başlamış. Kutsal sayılıp ziyaretçilerin dilek için uzun
sıralar oluşturduğu delik yanına gelenler sağ baş parmaklarını deliğe sokup
merkez noktasından saat ibresi yönünde tam bir tur yapacak şekilde daireyi
tamamlama sırasında dileklerini içlerinden geçiriyorlar. Bu sırada baş
parmakta nem hissedilirse dileğin tutacağına inanılıyor. Terler Direğin
dilek deliği günümüzde öylesine ün kazanmış ki Ayasofya'yı ziyaret eden
turist grupları dilekte bulunmadan müzeden ayrılmıyorlar. Ayrıca politik
müze özellikli Ayasofya'ya gelen bir çok devlet adamı da "Terler Direk" de
dilekte bulunuyor. Fransız Devlet Başkanı Mitterand, Bush, Turgut Özal,
Micotakis Yakovas, Şah İsmail, İspanya Kralı Juan Carlos dilekte bulunanlar
arasında yer alıyorlar. (İstanbul'u ziyaret eden Kral Carlos, dilek taşında
parmağı ıslanırsa dileğin gerçekleşeceğini öğrenince deliğe parmağını
sokmadan önce ıslatarak yaptığı hile ile gazetelere konu olmuştu).
Kuyudaki şifalı su
Ayasofya'nın içinde büyük salonun ortasında bir kuyu var. Eskiden bu kuyu
kalp hastalığına tutulanların sık sık geldikleri bir yerdi. Bunlar üç
cumartesi art arda aç karnına buraya gelir, sabah namazını kılar ve bu sudan
içerlerdi.
Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü. Kuyunun üzerinde
yaklaşık 50 santim çapında, demir bir kapak var. 7 metrelik bir çubuk
sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor. Su hâlâ mevcut, tadı tatlımsı ve
mineralli.
Bu suyun ne tür bir bir bileşim taşıdığının, incelenmesi gerekir.
Yüzyıllardır orada durduğuna göre acaba bozulmuş mudur? Sonra niçin kalp
hastalığına iyi geliyor? Bu da düşündürüyor. Yoksa suyun bir özelliği mi
var? Bu soruların cevaplarını, devletin yetkili kurumlarına bırakıyoruz.
Geçenlerde bilim dünyası çikolatanın içinde bulunan bir maddenin hormonal
etki yaptığını açıkladı. Ama bu etki özellikle, aşk yüzünden kalbi
kırılanların üzerinde görülüyormuş. Demek ki, bu madde,beyinde aşırı üzüntü
yaratan merkezi etkiliyor. Ayasofya' daki kuyunun şifalı suyunun da böyle
bir özelliği neden olmasın!
Tabuta dokunursanız, Ayasofya yıkılır
Ayasofya'nın orta kıble kapısı üzerinde bir tabut var. Sarı pirinçten
yapılmış bu tabutta Kraliçe Sofya yatıyor.
Yalnız bir tehlike var, "Bu tabuta sakın dokunmayın" deniyor. Çünkü tabuta
el sürülürse büyük bir gürültü başlıyor ve tüm bina sallanmaya başlıyormuş.
Kubbenin dört tarafında birer melek resmi var. Bunlar Cebrail, Mikail,
İsrafil ve Azrail'dir. Bu melekler kanatlarını açmış bir biçimde
çizilmişler. İnanca göre Azrail, imparatorların ölümlerini, Mikail düşman
saldırılarını, Cebrail ve İsrafil ise olacak olayları haber veriyor.
İnananlar, tabut ile bu melekler arasında bir ilişki kuruyorlar... Tabutun
koruyuculuğunu da üstlenen melekler, ona dokunulmasına izin vermiyorlarmış.
Esrarengiz kapılar
Ayasofya'nın güney tarafında ufak ve dar bir koridorun ucunda örülmüş bir
kapı var. Buna "açılmaz kapı" deniyor. Anlatılanlara göre Fatih Sultan
Mehmet İstanbul'a girdiğinde Rum Ortodoks Patriği yanındakilerle bu kapının
önünde dua ediyormuş.
Osmanlı ordusu kiliseye girince, Patrik bu kapıdan kaçıp kaybolmuş ve kapı
bir daha açılmamış. Her paskalyada bu kapının önünde" kırmızı yumurta
kabukları" ortaya çıkarmış...
Bir de "Kapanmaz Kapı" miti var. Fetih günü, Fatih'in ordusundan biri bu
kapıya öyle bir vuruş vurmuş ki, kapı yere gömülmüş ve bir daha asla
açılmamış...
Pençe nişanı
Binanın güneydoğusundaki kubbeyi tutan fil ayağının bir yüzünde 6 metre
yükseklikte ele benzeyen bir iz var. Kuşaktan kuşağa anlatılanlara göre,
fetih günü, Fatih Sultan Mehmet'in atı ürkmüş, Sultan eliyle bu kemere
tutunmuş. Atı ise sütunun kaidesini zedelemiş. Buraya kadar bir şey yok. Ama
pençe izinin yerden 6 metre yükseklikte olduğu ve bu yüksekliğe, hiçbir atın
erişemeyeceği düşünülürse, olayın esrarı bir anda ortaya çıkıveriyor.
Gizli ayin
Bir başka olay Kanuni Sultan Süleyman döneminden. Gece bir derviş grubu
camiye ibadet etmek için geliyormuş. Uzaktan Ayasofya' nın bütün ışıklarının
yandığını görmüşler, içeriden ilahi sesleri geliyormuş.
Dervişler korkup içeri girmemişler, olay padişaha iletilmiş. Kanuni
adamlarıyla bizzat gelmiş ve dışarıdan olayı aynen görmüş. Sonra içeri
girilmesini emretmiş ama içeri girenler kimseyi bulamamışlar. Her yer
kapkaranlıkmış. Bu da Ayasofya'nın, halk deyişiyle, pek tekin bir yer
olmadığına işaret eden bir efsane...
ayasofyanın mucizelerinin sonu gelmiyor...
Büyük kıble kapısının kanatlarının Nuh'un gemisinin tahtalarından yapıldığı
bir diğer inanç. Eskiden deniz seferine çıkılmadan önce, yolcular bu kapıya
gelir, dua eder ve Hz. Nuh'tan yardım dilerlermiş...
Ayasofya'nın hikâyesi bundan ibaret değil. Birçok defa yıkılıp, sonra
yeniden yapılan bu güzel yapının tarihi, insanoğlunun Dünya'daki serüveninin
küçük bir parçası sanki...