Kimin ne zaman, nerede ve ne şekilde çekip gideceğini kim bilebilir ki?
Doğumdan evvel anlayabiliyoruz da birçok şeyi artık, ölecek zamanı anlayamadık hala ne yazık ki!
Azrail’i gördüğümüz andan itibaren, çekip gidiyoruz nihayetinde.
Heveslerimizi, egolarımızı, saplantılarımızı, hırslarımızı ve beklentilerimizin üzerine fermuarı çekiyor ve ayrılıyoruz dünyadan.
Sonu var mıdır? Sonrası nedir? Neler bekler bizi öldükten sonra? Bir son mudur? Yoksa, yepyeni bir başlangıç mıdır ölmek?
Ölenler geri dönmediklerinden olsa gerek, bu sorulara cevap verebilen de yok gibi.
Müslüman’ız Elhamdülillah!
Bizim dinimizde ve dinimizin rehberi olan kutsal kitabımızda, ölüm ile ilgili anlatılanlardan öğreniyoruz bildiklerimizi.
Hepsi bu kadar.
Yetmez mi peki?
Yetinebilene ve inancını yüreği ile, samimi ve dolu dolu yaşayana yeter de artar elbette.
İnanmasak ne olurdu peki?
Ne değişirdi mesela?
Din, bize iyi insan olmayı ve fazileti şart kılmıyor mu sonuçta?
İnandıklarımızın aslı olmasa bile, sırf iyi insan olmak adına bile değmez mi o inanılanları yapmaya?
Buca kanıt, bunca yazıt, bunca açık ve seçik beyanları varken, görmemek veya görmezlikten gelmekte ısrarcı olmak, kime ve neye fayda getirir acaba?
Saniyeler içerisinde zengin olmak var. Aynı zaman diliminde yitirmek her şeyini. Dahası ve kötüsü de, ayrılıp gitmek bu dünyadan.
Bizim dinimiz; “Ölülerimizi ve mezarlıkları dolaşmayı” emreder.
Oraları görmek ve kimseye tapulu olmadığını anlamak fani dünyanın.
İbret almak, kimlerin, nasıl yaşayıp göçüp gittiklerinden hayattan.
Ders istiyorsan, al sana ders.
İbretse, bundan alası mı olurmuş?
Aynı dereden akan sudan ardı ardına iki kez içilemez, biliriz ya.
Aynı anı da, üst üste iki kez yaşamak imkansızdır.
Anlayana mesaj dolu bu dünyada.
Anlamayana sazdan ve sivrisinekten bol ne var ki?
Çal çal oyna ve çekip git…