Geçtiğimiz Pazar günü yapılan Yerel Seçimler için çalışma yaptığı sırada Kahramanmaraş’ta yaşadığı helikopter kazası sonucu hayatını yitiren BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu dün toprağa verildi. Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte helikopterde bulunan herkes hayatını kaybetti. Dualarımız onlarla. Kendilerine rahmet, sevenlerine baş sağlığı ve sabır diliyorum.
Muhsin Yazıcıoğlu'yla görevim icabı Kırklareli’ne yaptığı gezileri sırasında tanışma şerefine ermenin mutluluğunu yaşıyorum. Merhumu dava arkadaşlarından dinledim birçok defa. Bütün kişilerden duyduklarım hep adamlığına, insanlığına çıkıyordu. Ama ölümü benim için uzaktan tanıdığım birinin ölümü gibi olmadı. Çok daha farklı, bir yakının veya fikrini de zikrini de tanımadığım birinin ölümü gibide.
İçinde bulunduğu aracın kaybolduğu/düştüğü söylendiği andan itibaren, sesler inanılması zor tınılara, zamansa geçmeyen bir nesneye döndü. İyi bir yüreğin metafizik titreşimleriydi bize ulaşan. Uzay teknolojisi, her türlü çaba, ölüm meleğinin onu alıp gitmesine bir şey yapamadı.
Adıyla alnımıza ışık değdiren sevgili Muhsin Ağabey öldü. Zor zamanların deli fişeği, halkın sevgili kahramanı öldü. Her sözü gönlümüzde beyaz fırtınalar estiren son Alperen Reisti o.
Milletin meclisine girmemek için bin türlü mazerete sığınılan günlerde, zerre tereddüde düşmeden, gül bahçesine girer gibi Meclise giren 'adamdı'.
Lider müsveddelerinin korkudan dillerinin dolaştığı zamanlarda, yalnızca doğruyu haykıran tek kişilik orduydu o. Onlarca gizli iyiliğin, yüzlerce sahipsiz düşkünlün hamisi öldü.
Uzağın, yakının; bu topraklardaki 'kardeşlik türküsüne' meftun herkesin sevgilisi öldü.
Dumanlı havalarda 'aklıselim' olabilmenin büyük üstadı öldü. Hazarda, seferde Türk gençliğinin piri öldü. Büyük adam öldü. Aydınlık yüz öldü.
Bir lideri, bir devlet büyüğünü, tanınmış saygın bir adamı kaybetmenin ağır ve resmi üzüntüsünü duymadı kimse. Tanıdık, bildik ölümlerden sonra duyulan, rutin iç kırılmalar değil içimizde olup bitenler. Yüreğimizde çarpan, her akşam işten, çarşıdan, pazardan, okuldan eve geleceğini bildiğimiz bir 'can'ın dönmeyişinin endişesi ve dayanılmaz hüznüydü. Mücadelesinin odağında Milletinin güneşli günler görmesi ideali olan adam öldü.
Tek davası halkıydı. Kardeşlikti. Büyük Birlikti. Nizamı Âlem için gezmişti Anadolu'yu baştan başa. Bu millet ona, o bu millete meftundu. Yüzündeki samimiyete ve sözlerinin bütün hecelerine sinmiş ışığı, körler ve sağırlar bile hissederdi. Uzun yıllar hücre hapsinde kaldı; her türlü müptezelliğin cari olduğu Mamak'ta yedi buçuk yıl. Sonunda suçsuz bulundu ve beraat etti.
Derin planlayıcılar, toplum mühendisleri öyle istediği için, Muhsin ağabey ve binlerce güzel insan nice baharı kalın duvarlar arkasında 'üşüyerek' geçirdi. Mamak ve Diyarbakır Cezaevi bu coğrafyanın en büyük iki dramı, en keskin çığlığıydı. Bin yıllık kardeşliğin ve muhabbetin koynuna konmuş iki nükleer bomba. Bu gün, hâlâ toz duman değilse ortalık, ülkemde hala 'aklıselim' diyenler hâkimse duruma; Muhsin Ağabey gibiler, o bombaların başlıklarını, kablolarını dişleriyle, tırnaklarıyla söktükleri içindir. Hiç oyuna gelmedi. Hep oyun bozdu.
Güle güle alperen, güle güle.
Muhsin Yazıcıoğlu'yla görevim icabı Kırklareli’ne yaptığı gezileri sırasında tanışma şerefine ermenin mutluluğunu yaşıyorum. Merhumu dava arkadaşlarından dinledim birçok defa. Bütün kişilerden duyduklarım hep adamlığına, insanlığına çıkıyordu. Ama ölümü benim için uzaktan tanıdığım birinin ölümü gibi olmadı. Çok daha farklı, bir yakının veya fikrini de zikrini de tanımadığım birinin ölümü gibide.
İçinde bulunduğu aracın kaybolduğu/düştüğü söylendiği andan itibaren, sesler inanılması zor tınılara, zamansa geçmeyen bir nesneye döndü. İyi bir yüreğin metafizik titreşimleriydi bize ulaşan. Uzay teknolojisi, her türlü çaba, ölüm meleğinin onu alıp gitmesine bir şey yapamadı.
Adıyla alnımıza ışık değdiren sevgili Muhsin Ağabey öldü. Zor zamanların deli fişeği, halkın sevgili kahramanı öldü. Her sözü gönlümüzde beyaz fırtınalar estiren son Alperen Reisti o.
Milletin meclisine girmemek için bin türlü mazerete sığınılan günlerde, zerre tereddüde düşmeden, gül bahçesine girer gibi Meclise giren 'adamdı'.
Lider müsveddelerinin korkudan dillerinin dolaştığı zamanlarda, yalnızca doğruyu haykıran tek kişilik orduydu o. Onlarca gizli iyiliğin, yüzlerce sahipsiz düşkünlün hamisi öldü.
Uzağın, yakının; bu topraklardaki 'kardeşlik türküsüne' meftun herkesin sevgilisi öldü.
Dumanlı havalarda 'aklıselim' olabilmenin büyük üstadı öldü. Hazarda, seferde Türk gençliğinin piri öldü. Büyük adam öldü. Aydınlık yüz öldü.
Bir lideri, bir devlet büyüğünü, tanınmış saygın bir adamı kaybetmenin ağır ve resmi üzüntüsünü duymadı kimse. Tanıdık, bildik ölümlerden sonra duyulan, rutin iç kırılmalar değil içimizde olup bitenler. Yüreğimizde çarpan, her akşam işten, çarşıdan, pazardan, okuldan eve geleceğini bildiğimiz bir 'can'ın dönmeyişinin endişesi ve dayanılmaz hüznüydü. Mücadelesinin odağında Milletinin güneşli günler görmesi ideali olan adam öldü.
Tek davası halkıydı. Kardeşlikti. Büyük Birlikti. Nizamı Âlem için gezmişti Anadolu'yu baştan başa. Bu millet ona, o bu millete meftundu. Yüzündeki samimiyete ve sözlerinin bütün hecelerine sinmiş ışığı, körler ve sağırlar bile hissederdi. Uzun yıllar hücre hapsinde kaldı; her türlü müptezelliğin cari olduğu Mamak'ta yedi buçuk yıl. Sonunda suçsuz bulundu ve beraat etti.
Derin planlayıcılar, toplum mühendisleri öyle istediği için, Muhsin ağabey ve binlerce güzel insan nice baharı kalın duvarlar arkasında 'üşüyerek' geçirdi. Mamak ve Diyarbakır Cezaevi bu coğrafyanın en büyük iki dramı, en keskin çığlığıydı. Bin yıllık kardeşliğin ve muhabbetin koynuna konmuş iki nükleer bomba. Bu gün, hâlâ toz duman değilse ortalık, ülkemde hala 'aklıselim' diyenler hâkimse duruma; Muhsin Ağabey gibiler, o bombaların başlıklarını, kablolarını dişleriyle, tırnaklarıyla söktükleri içindir. Hiç oyuna gelmedi. Hep oyun bozdu.
Güle güle alperen, güle güle.