orada bekleşen ve o ilacı bulamayan o çocukların babaları daldılar üzerime doğru! Neyin ne olduğunu anlamadan, elimdeki o içinde 5 adet hap bulunan kutuyu alma yarışması start alıverdi!
Onca zorlukla getirtmişim, verir miyim ilacımı? deyip, kurtardım ilacı! Koluma sarılan hasta babalarından birisinin, göğsüme yaslanıp ta; “Kardeş ya! Bizim paramız da, çevremiz de yoktu. … köyden geldik. Çobanım. O ilaçtan bir tek tanesini de bizim çocuğa ver ki, bizimki de en azıdan kendine gelsin. Ölene kadar kulun kölen olurum senin” dedi.
Yıkıldım…
Koptum.
Hani, ne şartlarla getirildiğini ve hiçte kolay olmadığını bilmesem, verirdim elbetteki. Ama Prof’ta diyordu ki; “Bir tek tableti eksik kullanılırsa, hiçbir işe yaramaz” ne benim içinden birkaç tane vermem onu kurtaracaktı. Ne de, bizim işimize yarayacaktı. Hiçbir şey söylemedim adamcağıza. Anlayacak durumda da değildi. Asistana teslim ettim o, içinde 5 tablet bulunan kutuyu ya, benim işim o an için bitmişti.
Artık, sıra yeni yeni reçeteleri beklemeye gelmişti…
İlk reçete 21 Milyar lira …
Hastaneye yeni yatmışız. Olağanüstü bir telaş ve karantina durumu başlamış. Prof, benim yazdığım yazı dizinin yer tuttuğu kadar birkaç reçetelik ilacı yazmış kâğıtlara! Getirip, tutuşturdular elime! Yol yordam bilmiyorum. Travmanın doruğundayım da. “Bunları alıp, getirelim derhal” denildi. Öyle, eczaneye gidip, kafana göre de alamıyormuşsun meğer?
Önce, hastanenin eczanesine gidip, olmadığını herkesin bildiği ilaçların orada olmadığının onayını alıyorsunuz. Götürüp, baştabipliğe onaylatıyorsunuz. Çocuğun yattığı yer 9. kat. Asansör bekleseniz, saatler alacak! 9 kat arasındaki merdivenlerin sayısını ezberli yorsunuz çabucak! Merdivenden düşen birileri koşuyor yardımınıza! Yol yordam öğreniyorsunuz.
Soluk soluğa gittim eczaneye. Uzattım reçeteyi. Adamın suratı asıldı ve kızardı. “Abi, çocuk lösemi mi?” dedi. Neden diyemeden, anlattı; “Bunlar kanser ilaçları. YOK yani. İthal ilaç krizi var. TV’lerde her akşam anlattıkları kriz bu işte! Yani, hem bulamıyorsunuz. Bulsanız bile bunları devlet ödemiyor. Bunları, yurtdışından isteyebiliyoruz.” dedi. Hesap makinesini alıp bir de hesap yaptı; “21 milyar liraya kadar indirilebilinir ancak!” dedi.
Yuh yani!...
O anda, hangimiz parayı veya nereden bulabileceğimizi düşünebilirdik ki? Yakınlardan, çevreden, TEFECİDEN ve bir sürü yerden aradık. Bulduk ta. Kiminin kolundan bileziklerini sıyırdık. Sorgusuz, sualsiz. Sayısız ve tartısızca gelen bileziklerin geri dönüşleri halen yapılmamış ve halen de sorulmamıştır ne zaman dönecekleri (Allah razı olsun KIYMET abla)
Bitti mi dersiniz?
Ne gezeeerrr!
Sadece, ilk günün ilaçlarını, 4. günde, parasını denkleyip, nasıl temin edebildiğimi anlatabildim şu kadar yerde!
Biter mi hiç?!
Bulamayanla rın RUHLARI şad olsun
…..
Neden kimse gelmiyor baba?!
Hastanede, yoğun bakım odasında, annesi ile birlikte yatıyor Yasemin. Odaya giriş-çıkışlar, görevli personel dışında yasak. Lösemi tedavi aldığını bilmiyor.
Onca zorlukla getirtmişim, verir miyim ilacımı? deyip, kurtardım ilacı! Koluma sarılan hasta babalarından birisinin, göğsüme yaslanıp ta; “Kardeş ya! Bizim paramız da, çevremiz de yoktu. … köyden geldik. Çobanım. O ilaçtan bir tek tanesini de bizim çocuğa ver ki, bizimki de en azıdan kendine gelsin. Ölene kadar kulun kölen olurum senin” dedi.
Yıkıldım…
Koptum.
Hani, ne şartlarla getirildiğini ve hiçte kolay olmadığını bilmesem, verirdim elbetteki. Ama Prof’ta diyordu ki; “Bir tek tableti eksik kullanılırsa, hiçbir işe yaramaz” ne benim içinden birkaç tane vermem onu kurtaracaktı. Ne de, bizim işimize yarayacaktı. Hiçbir şey söylemedim adamcağıza. Anlayacak durumda da değildi. Asistana teslim ettim o, içinde 5 tablet bulunan kutuyu ya, benim işim o an için bitmişti.
Artık, sıra yeni yeni reçeteleri beklemeye gelmişti…
İlk reçete 21 Milyar lira …
Hastaneye yeni yatmışız. Olağanüstü bir telaş ve karantina durumu başlamış. Prof, benim yazdığım yazı dizinin yer tuttuğu kadar birkaç reçetelik ilacı yazmış kâğıtlara! Getirip, tutuşturdular elime! Yol yordam bilmiyorum. Travmanın doruğundayım da. “Bunları alıp, getirelim derhal” denildi. Öyle, eczaneye gidip, kafana göre de alamıyormuşsun meğer?
Önce, hastanenin eczanesine gidip, olmadığını herkesin bildiği ilaçların orada olmadığının onayını alıyorsunuz. Götürüp, baştabipliğe onaylatıyorsunuz. Çocuğun yattığı yer 9. kat. Asansör bekleseniz, saatler alacak! 9 kat arasındaki merdivenlerin sayısını ezberli yorsunuz çabucak! Merdivenden düşen birileri koşuyor yardımınıza! Yol yordam öğreniyorsunuz.
Soluk soluğa gittim eczaneye. Uzattım reçeteyi. Adamın suratı asıldı ve kızardı. “Abi, çocuk lösemi mi?” dedi. Neden diyemeden, anlattı; “Bunlar kanser ilaçları. YOK yani. İthal ilaç krizi var. TV’lerde her akşam anlattıkları kriz bu işte! Yani, hem bulamıyorsunuz. Bulsanız bile bunları devlet ödemiyor. Bunları, yurtdışından isteyebiliyoruz.” dedi. Hesap makinesini alıp bir de hesap yaptı; “21 milyar liraya kadar indirilebilinir ancak!” dedi.
Yuh yani!...
O anda, hangimiz parayı veya nereden bulabileceğimizi düşünebilirdik ki? Yakınlardan, çevreden, TEFECİDEN ve bir sürü yerden aradık. Bulduk ta. Kiminin kolundan bileziklerini sıyırdık. Sorgusuz, sualsiz. Sayısız ve tartısızca gelen bileziklerin geri dönüşleri halen yapılmamış ve halen de sorulmamıştır ne zaman dönecekleri (Allah razı olsun KIYMET abla)
Bitti mi dersiniz?
Ne gezeeerrr!
Sadece, ilk günün ilaçlarını, 4. günde, parasını denkleyip, nasıl temin edebildiğimi anlatabildim şu kadar yerde!
Biter mi hiç?!
Bulamayanla rın RUHLARI şad olsun
…..
Neden kimse gelmiyor baba?!
Hastanede, yoğun bakım odasında, annesi ile birlikte yatıyor Yasemin. Odaya giriş-çıkışlar, görevli personel dışında yasak. Lösemi tedavi aldığını bilmiyor.