Umut ta verilmi yordu pek. Baktım, babası koridorda, bir kenara yaslanmış, ağlıyordu! Gidip, hatırını sordum. İçimi acıtan şu cümleler döküldü ağzından; “Bizim kızanın durumu kötü. Bekliyorduk zaten bu haberi de. Doktorlar çağırıp, konuştular benimle. Düzelmesi mümkün değilmiş. Götür de, köyünüzde, evinizde ölsün dediler. Burada daha huzurlu geçer son günleri ama biz yeşil kartlıyız. Devlet her şeyi karşılamıyor. Yanında kalması var. Gidip gelmesi ve dışarıdan ilaçları var. Bunlar hep para demek. 6 tane çocuk var bende aga! Öteki 5’ini de düşünmem lazım. Bunu burada tutup, harcayacağım parayı, ötekilerine mi harcasam? Bunun da ölürken barim rahat birkaç gün yaşaması lazım diyorum. Kafam karıştı iyice beyav!”
Kendime yetmeyen aklımı zorlayıp, çocuğundan tamamen umut kesilmişse, evine götürmesi gerektiğine dair, kendi fikrimi söyledim. En azından, aynı durumda olsam, ben öyle yapardım. Aldı çocuğunu ve çıkarttı eve…
Yaklaşık, 35 gün kadar sonra ydı. Bizim oda komşumuz, yanında o en çok bir ay ömür biçilen çocuğu yanında, üstelikte yürür halde geldi servise! Hemşire: “Hayırdır! N’oldu? Neden geldiniz?” diye sorunca, bi zimki, oradakileri dertlerinden uzaklaştırıp, bir nebze de güldüren şu sözleri söyleyiverdi:” Abe bizim kızan ölmeyi! Bekleyiz, bekleyiz tık yok! Aldım getirdim bakalım n’olcak bu işin sonu?”
Yeniden bazı tetkikler yapılmıştı. Hayret uyandıran gelişmeler oluyordu “kızan” da! Kan tahlillerinde önemli iyileşmeler vardı. Prof geldi ardından da:”Hemen yatıralım uygun bir odaya. Bunu anlamak zor iş! Bu çocuk hastalığı yenmeye kararlı!” dedi. Yatırıldı yan tarafa. Çok ta uzamadı ne yazık ki. 10 gün kadar sonraydı, serviste, “yavruuummm!” diye yankılanan çığlıkları duyduk! “Kızan” ölmüştü. Bu ani değişme ile umutlanan ana-babasının “Çingene yazı” mutluluğu, ne yazık ki ancak bu kadar sürebilmişti…
“Baba, sen bir kitap yazsana”
Nadiren girebiliyordum kızın yanına. Bir aralar: “Baba! Sen bu yaşadıklarımızı kitap olarak yazsana. Hem, lösemi hastaları ve yakınlarının neler yaşadıklarını herkes bilir. Belki, faydası olur herkese” dedi. “Her şeyi tamamen mi yazalım?” dedim.”Evet” dedi. “O zaman, bizi Türkiye’deki hiçbir hastaneye kabul etmezler!” dedim. “O da doğru ya” dedi. “E, bazılarını yaz ve biraz da esnet istersen” deyince:”O zaman da bir şeye yaramaz” dedim. Gülüşmüştük. Yasemin’in hastaneye yatışından bir hafta kadar, gazetecilik mesleğinde yaşadığım anılarımı anlattığım bir kitabım yayına giriyordu. “Biz Kitapsızlar” dı adı da. O, kitap sızlar deyimi, kitap yayınlamamış bir gazeteci olunmaktan gelmeydi. Yoksa, öteki manada değildi! Hastalık çıkınca, vaz geçtik. Bir süre sonra da, Bir Demet Goncagül adı ile bir şiir kitabımı yayınladık. Şimdi, zaman bulabilir ve biraz daha üze rine düşebilirsem, bu yazı dizisini kitap haline getirmek istiyorum. Bakalım, hayırlısı artık…
Ben, bu yazımda daha fazla uzun uzadıya şeyleri yazıp, kim senin moralini bozmak istemiyorum.
Kendime yetmeyen aklımı zorlayıp, çocuğundan tamamen umut kesilmişse, evine götürmesi gerektiğine dair, kendi fikrimi söyledim. En azından, aynı durumda olsam, ben öyle yapardım. Aldı çocuğunu ve çıkarttı eve…
Yaklaşık, 35 gün kadar sonra ydı. Bizim oda komşumuz, yanında o en çok bir ay ömür biçilen çocuğu yanında, üstelikte yürür halde geldi servise! Hemşire: “Hayırdır! N’oldu? Neden geldiniz?” diye sorunca, bi zimki, oradakileri dertlerinden uzaklaştırıp, bir nebze de güldüren şu sözleri söyleyiverdi:” Abe bizim kızan ölmeyi! Bekleyiz, bekleyiz tık yok! Aldım getirdim bakalım n’olcak bu işin sonu?”
Yeniden bazı tetkikler yapılmıştı. Hayret uyandıran gelişmeler oluyordu “kızan” da! Kan tahlillerinde önemli iyileşmeler vardı. Prof geldi ardından da:”Hemen yatıralım uygun bir odaya. Bunu anlamak zor iş! Bu çocuk hastalığı yenmeye kararlı!” dedi. Yatırıldı yan tarafa. Çok ta uzamadı ne yazık ki. 10 gün kadar sonraydı, serviste, “yavruuummm!” diye yankılanan çığlıkları duyduk! “Kızan” ölmüştü. Bu ani değişme ile umutlanan ana-babasının “Çingene yazı” mutluluğu, ne yazık ki ancak bu kadar sürebilmişti…
“Baba, sen bir kitap yazsana”
Nadiren girebiliyordum kızın yanına. Bir aralar: “Baba! Sen bu yaşadıklarımızı kitap olarak yazsana. Hem, lösemi hastaları ve yakınlarının neler yaşadıklarını herkes bilir. Belki, faydası olur herkese” dedi. “Her şeyi tamamen mi yazalım?” dedim.”Evet” dedi. “O zaman, bizi Türkiye’deki hiçbir hastaneye kabul etmezler!” dedim. “O da doğru ya” dedi. “E, bazılarını yaz ve biraz da esnet istersen” deyince:”O zaman da bir şeye yaramaz” dedim. Gülüşmüştük. Yasemin’in hastaneye yatışından bir hafta kadar, gazetecilik mesleğinde yaşadığım anılarımı anlattığım bir kitabım yayına giriyordu. “Biz Kitapsızlar” dı adı da. O, kitap sızlar deyimi, kitap yayınlamamış bir gazeteci olunmaktan gelmeydi. Yoksa, öteki manada değildi! Hastalık çıkınca, vaz geçtik. Bir süre sonra da, Bir Demet Goncagül adı ile bir şiir kitabımı yayınladık. Şimdi, zaman bulabilir ve biraz daha üze rine düşebilirsem, bu yazı dizisini kitap haline getirmek istiyorum. Bakalım, hayırlısı artık…
Ben, bu yazımda daha fazla uzun uzadıya şeyleri yazıp, kim senin moralini bozmak istemiyorum.