Kırklareli Bademlik Mahallesi’nde ev. Küçük kızı annemlere bırakmışız. O mahalleden yaz-kış, aşırı sıcak ve soğuklarda, kentin öteki ucundaki terminale yürüyorum. Elimde çantalar ve poşetler. Edirne’de, terminalde iniyorum. Fakülte dışında bırakıyor dolmuşlar. Aşağıdan hastaneye yürüyorum. Asansörlerde doluysa, yine 9 kat yukarıya merdiven sefası…
Okul hayatı bitmiş kızın. Cep telefonunu yasaklamışız! “Beyne zarar verirmiş” di yoruz çaktırmadan. Aslında, arkadaşlarının arayıp “Kanser tedavisi gördüğünü” söylemelerinden ve durumu öğrenmesinden korkmuşuz. Moral, ilaçlardan da önemli. Tek bir üzüntü veya psikolojik kriz, alıp götürecek kızımızı bizden. Soruyor; “Baba! Benim hiç dostum yokmuş! Ağlıyor! “Nereden anladın?” diyecek oluyorum. Sürdürüyor konuşmasını; “Bir arkadaşım bile ne geldi, ne de telefon ile aramadı”
İçeriye çok az kimsenin girebildiği odasının biraz ilerisinde, Fahri Kasapoğlu İlköğretim Okulu öğretmen ve öğrencileri, mahalleden arkadaşları, gazete ve TV’lerden tanıyıp, geçmiş olsun demek için gelenler, normal işleyişi bile engeller haldeler!
Benim kadar kankası olan var mıdır acaba?!
Vücuttaki kirli kanının temizlenip, mikropların öldürülmesi için, kemoterapi verili yor. Bir kerede toplam 47 tane hap alınıyor. Bu sadece birisi! Bu ilaçlar, mikroplu kan ile birlikte, sağlıklı kanı da öldürüyor. Kan düzeyi azılıyor sürekli. Trombosit, yani beyaz kan gerekiyor en çokta. Kan grubu 0 Rh + bulmak biraz sıkıntılı. İlanlar veriyor, a nonslar yaptırı yoruz. Gelenler, nasıl kan vereceklerini görüp, koridorun kenarlarına çarparak kaçıyorlar oradan! Herkesten de kan alamıyoruz. Son 3 gün içinde antibiyotik alınmamış olunacak mesela. Damarları sağlam olacak! (Bir Vali Yardımcısı geldi kan vermeye. Oturdu koltuğa, denildi ki “Sayın Valim. Sizin damarlarınız, bizim alacağımız kanı karşılamaya yeterli değil!” adam kızgınlık ve mahcubiyet arası bir ifade ile kalkıp gitti oradan) Delikanlının biri geldi hastaneye. Kan verecekti. Önce tetkikleri yapıldı. Uygundu. Sonra, kan vereceği koltuk göste rildi. Sağ kolunuzdan alınan kan, makineye gidiyor. Normal kanınızdan, beyaz kan ayrılarak, beyaz kan torbaya konulup, kırmızı kan geriye size dönüyor. Kanın rahat gelebilmesi için bacaklarınız havada duruyor. O şekilde 1 saatten biraz aha fazla hareketsiz kalıyorsunuz. Konforunuz iyi ama! Karşınızda TV’nin açık. Kan verince de, meyve suları içmek gani gani… Sizden alınan kanı, ayrıca nükleer tıpta, mikrop kalmaması için ışınlıyorlar. Sonrada, hastaya veriliyor kan. Her gün ortalama bir şişe. Bir şişe beyaz kan için de, her gün ortalama 5 kişiden kan alınıyor. Alınan kanlar yeterli olmayınca da, mesela Kırklareli veya Lüleburgaz’da, Devlet Hastaneleri’ndeki kayıtlı 0 Grubu kana sahip kişilerin listesini alıyorsunuz. Onları arayıp, antibiyotik alıp, almadıklarını soru yor ve herhangi bir hastalıklarının olup olmadığını öğreni yorsunuz. Sonra, hepsinin uygun zamanını denk getirip, Edirne’ye, Fakülte’ye götürüyorsunuz.
Okul hayatı bitmiş kızın. Cep telefonunu yasaklamışız! “Beyne zarar verirmiş” di yoruz çaktırmadan. Aslında, arkadaşlarının arayıp “Kanser tedavisi gördüğünü” söylemelerinden ve durumu öğrenmesinden korkmuşuz. Moral, ilaçlardan da önemli. Tek bir üzüntü veya psikolojik kriz, alıp götürecek kızımızı bizden. Soruyor; “Baba! Benim hiç dostum yokmuş! Ağlıyor! “Nereden anladın?” diyecek oluyorum. Sürdürüyor konuşmasını; “Bir arkadaşım bile ne geldi, ne de telefon ile aramadı”
İçeriye çok az kimsenin girebildiği odasının biraz ilerisinde, Fahri Kasapoğlu İlköğretim Okulu öğretmen ve öğrencileri, mahalleden arkadaşları, gazete ve TV’lerden tanıyıp, geçmiş olsun demek için gelenler, normal işleyişi bile engeller haldeler!
Benim kadar kankası olan var mıdır acaba?!
Vücuttaki kirli kanının temizlenip, mikropların öldürülmesi için, kemoterapi verili yor. Bir kerede toplam 47 tane hap alınıyor. Bu sadece birisi! Bu ilaçlar, mikroplu kan ile birlikte, sağlıklı kanı da öldürüyor. Kan düzeyi azılıyor sürekli. Trombosit, yani beyaz kan gerekiyor en çokta. Kan grubu 0 Rh + bulmak biraz sıkıntılı. İlanlar veriyor, a nonslar yaptırı yoruz. Gelenler, nasıl kan vereceklerini görüp, koridorun kenarlarına çarparak kaçıyorlar oradan! Herkesten de kan alamıyoruz. Son 3 gün içinde antibiyotik alınmamış olunacak mesela. Damarları sağlam olacak! (Bir Vali Yardımcısı geldi kan vermeye. Oturdu koltuğa, denildi ki “Sayın Valim. Sizin damarlarınız, bizim alacağımız kanı karşılamaya yeterli değil!” adam kızgınlık ve mahcubiyet arası bir ifade ile kalkıp gitti oradan) Delikanlının biri geldi hastaneye. Kan verecekti. Önce tetkikleri yapıldı. Uygundu. Sonra, kan vereceği koltuk göste rildi. Sağ kolunuzdan alınan kan, makineye gidiyor. Normal kanınızdan, beyaz kan ayrılarak, beyaz kan torbaya konulup, kırmızı kan geriye size dönüyor. Kanın rahat gelebilmesi için bacaklarınız havada duruyor. O şekilde 1 saatten biraz aha fazla hareketsiz kalıyorsunuz. Konforunuz iyi ama! Karşınızda TV’nin açık. Kan verince de, meyve suları içmek gani gani… Sizden alınan kanı, ayrıca nükleer tıpta, mikrop kalmaması için ışınlıyorlar. Sonrada, hastaya veriliyor kan. Her gün ortalama bir şişe. Bir şişe beyaz kan için de, her gün ortalama 5 kişiden kan alınıyor. Alınan kanlar yeterli olmayınca da, mesela Kırklareli veya Lüleburgaz’da, Devlet Hastaneleri’ndeki kayıtlı 0 Grubu kana sahip kişilerin listesini alıyorsunuz. Onları arayıp, antibiyotik alıp, almadıklarını soru yor ve herhangi bir hastalıklarının olup olmadığını öğreni yorsunuz. Sonra, hepsinin uygun zamanını denk getirip, Edirne’ye, Fakülte’ye götürüyorsunuz.