MİSAFİR KALEMGörkem Evci
gorkem.evci@boun.edu.trAynı topraklar üzerinde yaşayan halkların etkileşimde bulunabilmesi için gerekli olan en büyük ortaklık dildir. Zira dil hem geçmişten gelen birikimleri aktarmakta hem de halkların iletişim kurmalarında yegâne araçtır. Bir topluluğun millet olabilmesi için "ortak" bir dil etrafında birleşmesi şarttır. Ancak burada dikkat edilmesi gerekilen husus ortak dilin tek dil anlamına gelmediğidir. Bir ülkede farklı ırkların farklı diller konuşması doğaldır. Bunu ülkemizde de rahatça gözleyebiliriz. Farklı bölgelerde farklı topluluklar farklı şiveler, ağızlar ve diller kullanırlar. Kürtçe, Arapça, Rumca, Ermenice, Lazca, Gürcüce, Arnavutça, Boşnakça ülkemizde kullanılan dillerden bazılarıdır. Ancak bu dilleri konuşan bireyler ortak dil olarak da Türkçeyi kullanmaktadır. Bir ülkede ortak (resmi) dil bulunması, diğer dillerin varlığını göz ardı etmeyi gerektirmediğinden, Türkiye´de Türkçe haricindeki dillerin kullanılması da normal karşılanmalıdır. Ortak dil olarak Türkçede buluşan "Anadolu halkı" bu ortaklığıyla millet bilincini geliştirirken, bu halk içindeki farklı ırklar kendi dillerini de özgürce kullanarak devlete olan güvenlerini ve bağlılıklarını attırmaktadır.
Yukarıda sayılan ortaklıklar millet olmayı sağlayan ortaklıklardı. Bir de millet olmanın sonucu olan ve millet bilincinin devamını sağlayan bir ortaklık vardır: Ülkü ortaklığı. Bir milletin fertleri ortak bir amaç etrafında hareket ederek gelişim sürecine katkıda bulunur. Ortak ülkü/amaç, genel ve özel ifadeler içerir. Ülkenin birliği, toprak bütünlüğü, ekonomik refah gibi ifadeler genel amacı oluştururken, kısa ve uzun vadede belirlenen somut hedefler özel amaçlardır.
Bunların haricinde din de millet bilincinde önemli bir etkendir. Din etkeninden bahsederken rahatça "ortak" ifadesini kullanmak mümkün olmuyor. Zira bir milletin bütün bireyleri aynı inancı taşımayabilir. Yine de din, kültür üzerindeki en önemli etken olduğundan, kültür dinden bağımsız düşünülemez ve ortak bir kültürün ortak bir dini olmasa da bir kültürde çoğunluğun sahip olduğu bir inançtan bahsedebiliriz. Din, farklı ırkların bir arada yaşamasını sağlayan önemli bir birliktelik arz etmektedir. Tarihten gelen ümmetçilik bilinci etkisini kaybetmiş olsa da aynı topraklar üzerinde yaşayan ve aynı dinî inanca sahip olan halklar arasında dinin bağlayıcı etkisi göz ardı edilemez. Kültürün en önemli faktörü olan din, ortak kültürün oluşmasında da aynı etkinliğini sürdürür. Hatta din, ortak tarih ve coğrafya paylaşmayan toplumları bile birbirine bağlayabilecek bir güce sahiptir.
Cemil Meriç´in "entelektüel gelişimimde yol gösterici iki hocamdan biri" dediği Edgar Quinet "Tanrılarına kadar yükselmeden bir kavmi tanıyamazsınız" diyordu. Sonra dinin toplum üzerindeki etkisini şöyle açıklıyordu:
"Çok defa şiir de güzel sanatlar da, beşeri ıstıraba giydirilen birer bayram libası."... "Oysa cemiyetlerin itikatlarını biliyorsanız niçin ve nasıl yaşadığını da biliyorsunuzdur. Sırrına vakıfsınız. Artık ne kahkahaları ile aldatabilir sizi, ne gözyaşları ile. Kalbinin âmâkındaki düşünceler de Allah´ın eseri, yüzünden okuduğumuz
düşünceler de." (*)
Bir toplumun inancı anlaşılmadan o toplumu anlamak mümkün değildir. Bir toplumu anlamadan da o toplumla anlaşmak mümkün olamaz. Bin yıldır Anadolu´da beraber yaşayan gayrimüslimler ve Müslümanlar birbirlerini dinleri ile tanımışlar, bunu da çoğu zaman önyargıları yıkarak yapmışlardır. Müslüman olup da farklı ırklara ait bireyler için ise durum çok daha kolaydır. Aynı toprakta beraber yaşadıkları, başka ırklara mensup olan bireylerin "nasıl ve niçin yaşadığını", aynı dinden olma avantajı ile, en az mensubu olduğu ırkın "nasıl ve niçin yaşadığını" bildiği kadar iyi özümsemiş zihinlerin birbirini anlamaması düşünülemez. Beraber yaşadığı bireylerin kalplerinin derinliklerini bilenler, karşısındakinin bütün sırlarına vakıf olduğundan, farklı "ırklara" mensup aynı "milletin" bireyleri arasındaki iletişim, birbirini tanımanın verdiği bu rahatlıkla konuşmadan anlaşabilecek düzeyde gelişir.
Ortak bir coğrafyayı onun da ötesinde ortak bir vatanı paylaşan, birbirlerini anlayabildikleri ortak bir dile sahip olan, tarihsel süreç içinde aynı yollardan beraber geçen, karşılıklı etkilenmelerle ortak bir kültür yaratan, ekonomik faaliyetleri ortak işleyen, ortak amaçlarla hareket edebilen Anadolu halkları tüm bunların sonucunda bir millet halini almıştır. Tarihte, farklı ırklardan olmalarına karşın, "kültürel genler" ile birbirlerine bağlanan bu halklara Türk milleti, oluşan ortak kültüre de Türk Kültürü denmiştir. Ancak uygulamada yapılan hatalar Türk kelimesini bu anlamdan çıkarmış ve ona ırksal bir anlam yüklemiştir. Darbelerle büyüyen hatalar zinciri diğer halkların varlığını redde kadar varmış ve ortaklık, `tekliğe´ dönüşmüştür. Türk kelimesinin yüzlerce yıllık anlamından çıkarılıp bir ırk ismine çevrilmesinden sonra saf düşüncelerle dahi olsa Türk kelimesini bütün Anadolu halklarını ifade etmek için kullanmak, diğer halkların rencide olmasına yol açabileceği gibi, Türk kelimesinin kavramsal olarak içi doldurulamadığından, tartışmalara son vermeyecektir. Türk üst kimliğine, bir vatandaşlık hakkı olarak sahip olan bireyler bunu zaten sorun etmemektedir. Sorun, yazının başından bu yana ayırdığımız, Doğu´nun renkleriyle boyanmış ırk ve millet kavramlarının birbirine karıştırılmasıdır. İşte, bütün bu karışıklara son vermek için Anadolu halklarını bir millet olarak kabul eden ve ortak kültüre sahip çıkarak Anadolu topraklarında barış, kardeşlik ve refah içerisinde beraberce yaşama arzusunu ısrarla vurgulayan "Anadolu Milliyetçiliği" kavramının kullanılmasının çözüme şiddetli bir destek sağlayacağını düşünüyorum.
Son Yerine...
"Anadolu", bu topraklarda bin yıldır yaşayan halkların ortak kültürüdür. Ege´den gelen ılık rüzgârın, İç Anadolu´da kırk ikindi yağmurlarına dönüşmesidir Anadolu. Bu kültür, Doğu´dan yükselen bir uzun havaya, "Sarı Gelin"in cevap vermesidir. Karadeniz´in hırçın dalgalarının, Akdeniz´in nefesiyle yumuşamasının adıdır Anadolu. Anadolu; Batı´nın maddiyatının, Doğu´nun maneviyatıyla buluşması, vicdanın akla galip gelmesidir ve işte vicdan akla bir kez daha galip gelecek, hırslar vicdanın sesini boğamayacak, Anadolu; bereketine bereket, kardeşliğine kardeşlik ekleyerek türkü söylemeye, halay çekmeye, zeybeklerle diz vurmaya devam edecektir.
gorkem.evci@boun.edu.trAynı topraklar üzerinde yaşayan halkların etkileşimde bulunabilmesi için gerekli olan en büyük ortaklık dildir. Zira dil hem geçmişten gelen birikimleri aktarmakta hem de halkların iletişim kurmalarında yegâne araçtır. Bir topluluğun millet olabilmesi için "ortak" bir dil etrafında birleşmesi şarttır. Ancak burada dikkat edilmesi gerekilen husus ortak dilin tek dil anlamına gelmediğidir. Bir ülkede farklı ırkların farklı diller konuşması doğaldır. Bunu ülkemizde de rahatça gözleyebiliriz. Farklı bölgelerde farklı topluluklar farklı şiveler, ağızlar ve diller kullanırlar. Kürtçe, Arapça, Rumca, Ermenice, Lazca, Gürcüce, Arnavutça, Boşnakça ülkemizde kullanılan dillerden bazılarıdır. Ancak bu dilleri konuşan bireyler ortak dil olarak da Türkçeyi kullanmaktadır. Bir ülkede ortak (resmi) dil bulunması, diğer dillerin varlığını göz ardı etmeyi gerektirmediğinden, Türkiye´de Türkçe haricindeki dillerin kullanılması da normal karşılanmalıdır. Ortak dil olarak Türkçede buluşan "Anadolu halkı" bu ortaklığıyla millet bilincini geliştirirken, bu halk içindeki farklı ırklar kendi dillerini de özgürce kullanarak devlete olan güvenlerini ve bağlılıklarını attırmaktadır.
Yukarıda sayılan ortaklıklar millet olmayı sağlayan ortaklıklardı. Bir de millet olmanın sonucu olan ve millet bilincinin devamını sağlayan bir ortaklık vardır: Ülkü ortaklığı. Bir milletin fertleri ortak bir amaç etrafında hareket ederek gelişim sürecine katkıda bulunur. Ortak ülkü/amaç, genel ve özel ifadeler içerir. Ülkenin birliği, toprak bütünlüğü, ekonomik refah gibi ifadeler genel amacı oluştururken, kısa ve uzun vadede belirlenen somut hedefler özel amaçlardır.
Bunların haricinde din de millet bilincinde önemli bir etkendir. Din etkeninden bahsederken rahatça "ortak" ifadesini kullanmak mümkün olmuyor. Zira bir milletin bütün bireyleri aynı inancı taşımayabilir. Yine de din, kültür üzerindeki en önemli etken olduğundan, kültür dinden bağımsız düşünülemez ve ortak bir kültürün ortak bir dini olmasa da bir kültürde çoğunluğun sahip olduğu bir inançtan bahsedebiliriz. Din, farklı ırkların bir arada yaşamasını sağlayan önemli bir birliktelik arz etmektedir. Tarihten gelen ümmetçilik bilinci etkisini kaybetmiş olsa da aynı topraklar üzerinde yaşayan ve aynı dinî inanca sahip olan halklar arasında dinin bağlayıcı etkisi göz ardı edilemez. Kültürün en önemli faktörü olan din, ortak kültürün oluşmasında da aynı etkinliğini sürdürür. Hatta din, ortak tarih ve coğrafya paylaşmayan toplumları bile birbirine bağlayabilecek bir güce sahiptir.
Cemil Meriç´in "entelektüel gelişimimde yol gösterici iki hocamdan biri" dediği Edgar Quinet "Tanrılarına kadar yükselmeden bir kavmi tanıyamazsınız" diyordu. Sonra dinin toplum üzerindeki etkisini şöyle açıklıyordu:
"Çok defa şiir de güzel sanatlar da, beşeri ıstıraba giydirilen birer bayram libası."... "Oysa cemiyetlerin itikatlarını biliyorsanız niçin ve nasıl yaşadığını da biliyorsunuzdur. Sırrına vakıfsınız. Artık ne kahkahaları ile aldatabilir sizi, ne gözyaşları ile. Kalbinin âmâkındaki düşünceler de Allah´ın eseri, yüzünden okuduğumuz
düşünceler de." (*)
Bir toplumun inancı anlaşılmadan o toplumu anlamak mümkün değildir. Bir toplumu anlamadan da o toplumla anlaşmak mümkün olamaz. Bin yıldır Anadolu´da beraber yaşayan gayrimüslimler ve Müslümanlar birbirlerini dinleri ile tanımışlar, bunu da çoğu zaman önyargıları yıkarak yapmışlardır. Müslüman olup da farklı ırklara ait bireyler için ise durum çok daha kolaydır. Aynı toprakta beraber yaşadıkları, başka ırklara mensup olan bireylerin "nasıl ve niçin yaşadığını", aynı dinden olma avantajı ile, en az mensubu olduğu ırkın "nasıl ve niçin yaşadığını" bildiği kadar iyi özümsemiş zihinlerin birbirini anlamaması düşünülemez. Beraber yaşadığı bireylerin kalplerinin derinliklerini bilenler, karşısındakinin bütün sırlarına vakıf olduğundan, farklı "ırklara" mensup aynı "milletin" bireyleri arasındaki iletişim, birbirini tanımanın verdiği bu rahatlıkla konuşmadan anlaşabilecek düzeyde gelişir.
Ortak bir coğrafyayı onun da ötesinde ortak bir vatanı paylaşan, birbirlerini anlayabildikleri ortak bir dile sahip olan, tarihsel süreç içinde aynı yollardan beraber geçen, karşılıklı etkilenmelerle ortak bir kültür yaratan, ekonomik faaliyetleri ortak işleyen, ortak amaçlarla hareket edebilen Anadolu halkları tüm bunların sonucunda bir millet halini almıştır. Tarihte, farklı ırklardan olmalarına karşın, "kültürel genler" ile birbirlerine bağlanan bu halklara Türk milleti, oluşan ortak kültüre de Türk Kültürü denmiştir. Ancak uygulamada yapılan hatalar Türk kelimesini bu anlamdan çıkarmış ve ona ırksal bir anlam yüklemiştir. Darbelerle büyüyen hatalar zinciri diğer halkların varlığını redde kadar varmış ve ortaklık, `tekliğe´ dönüşmüştür. Türk kelimesinin yüzlerce yıllık anlamından çıkarılıp bir ırk ismine çevrilmesinden sonra saf düşüncelerle dahi olsa Türk kelimesini bütün Anadolu halklarını ifade etmek için kullanmak, diğer halkların rencide olmasına yol açabileceği gibi, Türk kelimesinin kavramsal olarak içi doldurulamadığından, tartışmalara son vermeyecektir. Türk üst kimliğine, bir vatandaşlık hakkı olarak sahip olan bireyler bunu zaten sorun etmemektedir. Sorun, yazının başından bu yana ayırdığımız, Doğu´nun renkleriyle boyanmış ırk ve millet kavramlarının birbirine karıştırılmasıdır. İşte, bütün bu karışıklara son vermek için Anadolu halklarını bir millet olarak kabul eden ve ortak kültüre sahip çıkarak Anadolu topraklarında barış, kardeşlik ve refah içerisinde beraberce yaşama arzusunu ısrarla vurgulayan "Anadolu Milliyetçiliği" kavramının kullanılmasının çözüme şiddetli bir destek sağlayacağını düşünüyorum.
Son Yerine...
"Anadolu", bu topraklarda bin yıldır yaşayan halkların ortak kültürüdür. Ege´den gelen ılık rüzgârın, İç Anadolu´da kırk ikindi yağmurlarına dönüşmesidir Anadolu. Bu kültür, Doğu´dan yükselen bir uzun havaya, "Sarı Gelin"in cevap vermesidir. Karadeniz´in hırçın dalgalarının, Akdeniz´in nefesiyle yumuşamasının adıdır Anadolu. Anadolu; Batı´nın maddiyatının, Doğu´nun maneviyatıyla buluşması, vicdanın akla galip gelmesidir ve işte vicdan akla bir kez daha galip gelecek, hırslar vicdanın sesini boğamayacak, Anadolu; bereketine bereket, kardeşliğine kardeşlik ekleyerek türkü söylemeye, halay çekmeye, zeybeklerle diz vurmaya devam edecektir.